Tarih kitapları hep erkekleri anlattı. Erkeğin savaşı, barışı, taht uğrunda döktüğü kan, aldığı can... Kadınlar büyük bir hikayenin yan karakteriydi sanki. Tarih böyle bakmayı seçmişti. Ve yanıldı.
Asırlar boyunca cesur, güçlü, tuttuğunu koparan, isimli, isimsiz sayısız kadın, erkeğin ördüğü düşünülen iktidar duvarlarının gerçek mimarıydı. Anne Boleyn, Isabella, Hürrem Sultan, Nurbanu Sultan, daha birçoğu ve Safiye... Herbiri, dahil olduğu hanedanın kaderinde vazgeçilmezdi.
Osmanlı’da kadınlar saltanatı adıyla anılan iki yüzyıllık dönem boyunca birçok kadın, koca bir imparatorluğun yönetiminde kilit görevler üstlendi. Önce Hürrem. Ardından Nurbanu. Safiye ve Handan Sultan…
Güç dünyasının erkek kahramanları arasında kadınsıydılar. Şehvet dolu bakışları okşarken insan ruhunu, tek bir kaş hareketiyle kelleler uçardı. Al dudakları beklenmedik arzularla aralandığında, o dudaklardan dökülen tek bir söz savaşlar başlatırdı.
Venedik asıllı Safiye’nin gerçek adı Agrippine’ydi. O da Hürrem gibi kaçırılarak saraya hediye edilmişti. Ve yine Hürrem gibi kısa zamanda Harem’de yükselecekti. Güzeldi, zekiydi, boşa adım atmazdı, kendini koruyacak ve ahaliye hükmedecek kadar, hatta daha da güçlüydü.
Evlendiği sultan ve doğurduğu şehzadenin ipleri Safiye’nin elindeydi. Osmanlı’nın yakın geleceğine imza atmaktan çekinmeyecekti.